8 Mart 2012 Perşembe

'herkes biraz yalnız.



Bir ilişkide giden kişiyi suçlamak ne kadar acımasızcaysa, kalan kişinin yalnızlığa terk edilmiş olduğunu düşünmek de akıl fakirliğinden başka bir şey değildir. İnsanoğluna bahşedilmiş irade, özgür düşünceyi beraberinde getiriyor. Nitekim düşüncelerini etrafa milyonlarca parçaya ayırarak savurmayı da..

Yalnızlık ve terk edilmek arasında uçurum fark olduğu bilincinde olamıyor birçok insan. Düz mantık; terk edilmişsen, yalnızsındır. Aslında yalnız olan insanla terk eden insan arasındaki tek benzer şey, bunların birer seçim olmasıdır. Terk edilen insansa, bunu kendi seçmemiştir. Yine de terk edilen ya da terk eden insan yalnız olmaz hiçbir zaman, bunu kendi seçmediği sürece. Bu durumda yalnızlık sadece bir seçim gibi gözükse de, aslında daha çok alışkanlıktır. Yalnız olmayı seçen insan, bununla yaşamayı öğrenmiş ve hatta bunu benimsemiştir. İnsanoğluna acınası görünen yalnızlık durumu, aslında insanoğlunun temel özelliklerinden birisidir.

Ben yalnızlığa bir türlü alışamayan, ayak uyduramayan, hatta bir dakika –bu zaman yerine göre değişim gösterebilir belki- bile bununla baş edemeyecek kadar güçsüz olan kesimdenim. Sevmiyorum, hiçbir zaman da sevmeyeceğim. İlişki bitiminden sonra hissedilen şey yalnızlık değil, bunalımdır. Sıkça yaşanan buhranlar, etrafa melankolik gözlerle bakmak, aslında sadece zihne bağlı olarak –psikolojik demek istiyorum sanırım- güçlükle nefes almak insanı depresyona itiyor. O zaman yalnızlığa terk edilmiş gibi görünüyor insan. Aslında bu durum da bi’ nevi seçim sayılır. Ben ilişkinin bitimini düşünmeyi geçtim, ilişkinin içindeyken bile yalnızlığı sevmiyorum. Bunu şöyle açabilirim; bir tartışma sonunda, köşeye çekilip öylece oturmak inanılmaz can sıkıcı bi’ durum. Hele karşındaki de buna aldırış etmiyorsa, hatta o da bu şekilde davranıyorsa çok daha can sıkıcı bi’ hâl alabiliyor bu durum.. İşte bu, insana gerçekten yalnız olduğunu hissettirir. Ben hiçbir şekilde yalnızlığı sevmiyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder